Skip to main content
‘The Domestic’ of the Academia: Science, Gender and The Case of a Technical University Abstract: The literature on Turkey and education underlines that the process through which women were included in the universities in Turkey has been... more
‘The Domestic’ of the Academia: Science, Gender and The Case of a Technical University Abstract: The literature on Turkey and education underlines that the process through which women were included in the universities in Turkey has been to some extent different than the Western European and Anglo-Saxon examples. Despite the quantitative stronghold of women in Turkish academia, the organization of the academic institutions and life, the patriarchal structure of the business sector and university demand us to explore this quantitative visibility. As there are many studies that explore the experiences of women in academia in Turkey (Öncü 1979; Günlük-Şenesen 1996; Özel 2007; Hacifazlıoğlu 2010), there is no nationwide study that employs qualitative and quantitative methods simultaneously. Hence the ability to make comparisons on women in academia between scientific disciplines and universities are limited. This study aims to explore women’s experiences in academic life, production, mobility and analyze gendered differences in terms of work-home balance. The research for this study is conducted in 7 universities of Turkey in which a survey was conducted with 1390 respondents and each university team conducted 16 in-depth interviews with the academicians in their universities. This paper, based on the case of Yıldız Technical University aims to analyze women’s academic production with a gender perspective which particularly focuses on the relations between home and academia. YTU data was collected through online surveys (total 134 respondents) and in-depth interviews with 8 female and 8 male academicians. Statistical data of the numbers of male and female students, academicians in faculties and departments and academic managerial positions for the years 2010 and 2012 was also collected during the field study for comparative reasons. Based on YTÜ case, this study aims to delve into ‘the domestic’ of the academia in Turkey by focusing on the different patterns of the gender regime in the universities. Key Words: Science, Engineering, Gender, Women academics, work-life balance.
Research and development (R&D) involves innovative studies conducted systematically to increase knowledge and practices (Keleş, 2007: 45). While Turkey's R&D intensity score is below the European average, it has... more
Research and development (R&D) involves innovative studies conducted systematically to increase knowledge and practices (Keleş, 2007: 45). While Turkey's R&D intensity score is below the European average, it has increased continuously since the 2000s. Meanwhile, development of human capital in R&D has become one of the aims of Turkey's National Strategy of Science, Technology and Innovation. This paper will focus on the gendered dynamics of careers in R&D, a field with a wide gender gap, through interviews conducted with employees in a university technopark and some of Turkey's large R&D centers to explore the relationships between science, technology, innovation and gender. Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge), bilgi birikimini ve uygulamalarını artırmak amacıyla sistematik olarak yürütülen yenilikçi çalışmaları ifade eder (Keleş, 2007: 45). Ar-Ge yoğunluğu Türkiye'de AB ortalamasının epey gerisinde seyretmekle birlikte, 2000'li yıllardan itibaren sürekli bir artış trendi göstermiştir. Ar-ge insan kaynağının geliştirilmesi de Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisinin temel hedeflerinden biridir. Bu makale, bir üniversite teknoparkının ve Türkiye'nin büyük AR-GE merkezlerinin çalışanlarıyla yapılan görüşmeler aracılığıyla geniş toplumsal cinsiyet uçurumlarının olduğu kabul edilen AR-GE alanındaki kariyer deneyimlerini toplumsal cinsiyet açısından inceleyerek bilim, teknoloji, inovasyon ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkilere bakmayı hedefliyor.
Bu yazı, Friedrich Ebert Stiftung tarafından, 6-7 Kasım 2020 tarihinde çevrimiçi olarak gerçekleştirilen “Sosyal Hizmetleri Yeniden Düşünmek VIII: Küresel Dayanışma, Yerel Çalışma” başlıklı konferansta sunduğum, “Pandemide Kesişen... more
Bu yazı, Friedrich Ebert Stiftung tarafından, 6-7
Kasım 2020 tarihinde çevrimiçi olarak gerçekleştirilen “Sosyal Hizmetleri Yeniden Düşünmek VIII: Küresel Dayanışma,
Yerel Çalışma” başlıklı konferansta sunduğum, “Pandemide
Kesişen Deneyimler: Farklı Haneler, Kapsayıcılık ve Bağ Kurmak” başlıklı sunuşumun geliştirilmiş yazılı versiyonudur
Korona virüs salgını bir travma yarattı mı? Zaten onlarca sorunla mücadele etmekte olan ev kadınları, ev işçileri, çalışan kadınlar, anneler, evden çalışan babalar, çalışan ve/veya okuyan gençler, yaşlılar, öğrenciler, LGBTİ+ bireyler;... more
Korona virüs salgını bir travma yarattı mı?

Zaten onlarca sorunla mücadele etmekte olan ev kadınları, ev işçileri, çalışan kadınlar, anneler, evden çalışan babalar, çalışan ve/veya okuyan gençler, yaşlılar, öğrenciler, LGBTİ+ bireyler; pandeminin yarattığı yıkımla nasıl başa çıkıyor?
Kırılgan dengeler ve büyük özverilerle zordan yürütülmeye çalışılan hayatlar, bu süreçte en çok neresinden yaralanıyor?

Özgün Biçer ve Ece Öztan, nokta vuruşu röportajlarla pandeminin derinden sarstığı hayatlarla buluşuyor, sarsılan dengelere mercek tutuyor ve soruyor:

Hayat Eve Sığdı Mı?
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
REPUBLICAN CITIZENSHIP, MULTICULTURALISM AND WOMEN CITIZENS Ece Öztan In this article, I aim to analyze the links between civic republican citizenship tradition and contemporary active citizenship debate, in terms of gender and... more
REPUBLICAN CITIZENSHIP, MULTICULTURALISM AND WOMEN CITIZENS  Ece Öztan 
  In this article, I aim to analyze the links between civic republican citizenship tradition and contemporary active citizenship debate, in terms of gender and ethnicity. Examining contemporary citizenship debate with ethnic, class and gender differentiation lines is crucial to reveal the new exclusion mechanisms of citizenship in the age of migration and global capitalism. The first part of the article, I try to present a critical reading of liberal and civic republican citizenship traditions from the vantage point of women and ethnic minorities. In the second part, as an example of civic republican tradition, I intent to analyze the Dutch democracy and citizenship model which has multicultural and (neo)corporatist tunes and its problems in terms of “woman” and “ethnic” citizens. Finally, the article concludes with a discussion on how comunitarianism and civic republicanism are rearticulated with neoliberalism, and how this rearticulation create new clevages in citizenship formations. 
  Keywords: Republican citizenship, Consociational democracy, Active citizenship, Gender and ethnicity, the Netherlands
Setenay Nil DOĞAN 3 ÖZ Türkiye'de doğa bilimleri ve mühendislik alanı, üniversitelerin kuruluşundan bu yana, görece eşitlikçi bir perspektifle kadınların da katılımıyla kurulmuş olmakla birlikte, eril değerlerle şekillenmiş prestijli... more
Setenay Nil DOĞAN 3 ÖZ Türkiye'de doğa bilimleri ve mühendislik alanı, üniversitelerin kuruluşundan bu yana, görece eşitlikçi bir perspektifle kadınların da katılımıyla kurulmuş olmakla birlikte, eril değerlerle şekillenmiş prestijli profesyonel kültürlerden biri olan mühendislik alanının derinlemesine bir toplumsal cinsiyet analizi ve meslek alanına ilişkin tüm ayrışma örüntülerinin ortaya konması gereklidir. Türkiye'deki büyük Ar-Ge merkezleri ve bir üniversite teknoparkında kadın ve erkek Ar-Ge mühendisleri ve teknisyenleri ile yürüttüğümüz saha araştırmasının nicel sonuçlarından hareketle bu makalede, bilim, teknoloji ve mühendislik alanlarında cinsiyete dayalı ayrışmaları, meslek ve iş yeri düzeyinde analiz ederek, iş yerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık pratiklerinin oluştuğu yatay, dikey ve içsel ayrışma örüntülerini ortaya koymayı hedefliyoruz. Oldukça nitelikli bir iş gücü alanındaki cinsiyete dayalı ayrışmaları ve ayrımcılık algılarını Türkiye'deki cinsiyet rejiminin nitelikleri ile birlikte analiz etmek, iş piyasalarındaki ayrımcılık mekanizmalarının anlaşılması ve bu alandaki cinsiyet eşitsizlikleri ile mücadele edilmesi açısından önem taşımaktadır.
Research Interests:
R&D is considered to be one of the fields in which the gender gap is wide. The reflections of the analogy of leaky pipeline, a term used for vertical differentiation in academy can also be observed in those scientific activities related... more
R&D is considered to be one of the fields in which the gender gap is wide. The reflections of the analogy of leaky pipeline, a term used for vertical differentiation in academy can also be observed in those scientific activities related with the private sector. In the private sector in Turkey, the gender gap becomes wider: the percentage of female researchers in the universities (41%) decreases to 24% in the private sector (Meulders & O'Dorchai, 2013: 31-33). Though half of the undergraduates and gradutes are female in Turkey (ÖSYM İstatistikleri), a widening gender gap is observed in terms of employment in R&D (Meulders & O'Dorchai, 2013: 44). Given this background, this paper will focus on gendered perceptions of technology and innovation through the interviews conducted with employees working in a university technopark and some of the large R&D centers in Turkey working in several sectors such as electronics, automotive etc. It aims to explore how R&D employees perceive the relationships between technology, innovation and gender.
Research Interests:
Türkiye’de kentsel kadın istihdamının yaklaşık % 23’ü hizmet ve satış elemanlığı mesleğinde yoğunlaşmıştır. Organize perakende %47 oranında kadın istihdamı ile hizmet sektörünün kadın istihdamı açısından önemli alt sektörlerinden biridir.... more
Türkiye’de kentsel kadın istihdamının yaklaşık % 23’ü hizmet ve satış elemanlığı mesleğinde yoğunlaşmıştır. Organize perakende %47 oranında kadın istihdamı ile hizmet sektörünün kadın istihdamı açısından önemli alt sektörlerinden biridir. Mağazacılık alanında çalışanların yarısı kadın olsa da, sektördeki yönetici kadınların oranı yalnızca % 8,3’tür. Alışveriş Merkezleri(AVM) mağazalarında satış danışmanlığı işi/mesleği, hem cinsiyete dayalı yatay ve dikey katmanlaşmanın yoğunluğu,  hem de parekende sektöründeki pek çok iş gibi, okulu bitirip mezun olduktan sonra kolaylıkla girilebilen "ilk iş" olarak önem kazanmaktadır. Satış danışmanlarının sosyal becerisi yani, formal bir eğitime dayanmayan, çalışanın kendi kişiliğine, tutum ve davranışlarına yansıyan yetenekler işe giriş ve kariyerde en önemli unsur olarak anılmaktadır. Bu beceri, duygusal emek kontrolü kadar, estetik emeği de yani çalışanın nasıl göründüğünü, konuştuğunu ve giyindiğini de kapsar(Nickson et al. 2004, 2012; Hoschschild, 1983; Bolton, 2004; Kart, 2011; Kaya ve Serçeoğlu, 2013; Leidner, 1993).
Satış işinin mahiyeti/özellikleri ile toplumsal cinsiyet ve tüketici talebi arasında çok kuvvetli ilişki gözlenmektedir. Toplumsal cinsiyet satış işinde, çok görünür olmayan ama çalışanın kimliğinin, öznelliğinin bir parçası olarak sürece dahil olmaktadır. Genel olarak Parekende sektöründe, “post-üretim çalışanı” yani satış danışmanları, aslında üretimi 'zaman ve mekansal olarak genişleterek, tüketim noktasına ulaştırır'(Sayer&Walker,1992:77). Bu bildiride, İstanbul’da farklı sektörlerdeki mağaza çalışanları ile yürütülen saha çalışmamızın verilerini temel alarak, satış işinin toplumsal cinsiyetlenmiş emek denetim süreçleri ile çalışanların işlerine ilişkin algı, beklenti ve memnuniyetlerinde belirleyici olan öznellik formları tartışılacaktır. Bu çerçevede, satış danışmanlığı mesleğinin nitelikleri ve çalışanların profili, mesleğe ilişkin algı ve deneyimleri temelinde mağazacılık ve perakende sektöründeki çalışma rejimleri analiz edilecektir. Mesleki analiz, gerek dikey ve yatay katmanlaşma örüntüleri ve cinsiyete dayalı işbölümü gerekse duygusal, estetik emek süreçleri, “müşteri odaklılık”, “hız”, “dinamizm” ve “gençlik” vurgusu ile post-endüstriyel çalışma rejimleri ile ilişkili bir çerçevede yürütülecektir.
Familism, biopolitics and Gender Regime in Turkey Abstract The state apparatus and discourse on family give us a rich ground to analyze the hegemony-construction process of political projects. Reproduction as political duty and family... more
Familism, biopolitics and Gender Regime in Turkey

Abstract
The state apparatus and discourse on family give us a rich ground to analyze the hegemony-construction process of political projects. Reproduction as political duty and family as a political entity were recognized by the modern states, either liberal or authoritarian. In other words, biopolitics of sovereign power is the very center of modern citizenship. Recognition of women mainly for their reproductive roles and family responsibilities has been very common in mainstream politics in Turkey. In this paper, I aim to analyze politics of family, sexuality and body, focusing on the AKP’s policies and discourse in the neoliberal and conservative citizenship context. In the first part of the article I aim to look briefly, the continuity of familism on Turkish politics and gender regime. In the second part I will specifically focus on the JDP’s policies on sexuality and family to analyze the changes and continuities in gender regime and citizenship formations in the context of neoliberalism and conservatism. Focusing on familism as a legitimization of state authority, as the locus of social policy and as disciplining sexuality, I will discuss AKP’s marginalization of women rights in Turkey and rising authoritarianism.
‘The Domestic’ of the Academia: Science, Gender and The Case of a Technical University Abstract: The literature on Turkey and education underlines that the process through which women were included in the universities in Turkey has... more
‘The Domestic’ of the Academia: Science, Gender and The Case of a Technical University
Abstract:

The literature on Turkey and education underlines that the process through which women were included in the universities in Turkey has been to some extent different than the Western European and Anglo-Saxon examples. Despite the quantitative stronghold of women in Turkish academia, the organization of the academic institutions and life, the patriarchal structure of the business sector and university demand us to explore this quantitative visibility. As there are many studies that explore the experiences of women in academia in Turkey (Öncü 1979; Günlük-Şenesen 1996; Özel 2007; Hacifazlıoğlu 2010), there is no nationwide study that employs qualitative and quantitative methods simultaneously. Hence the ability to make comparisons on women in academia between scientific disciplines and universities are limited.  This study aims to explore women’s experiences in academic life, production, mobility and analyze gendered differences in terms of work-home balance. The research for this study is conducted in 7 universities of Turkey in which a survey was conducted with 1390 respondents and each university team conducted 16 in-depth interviews with the academicians in their universities. This paper, based on the case of Yıldız Technical University aims to analyze women’s academic production with a gender perspective which particularly focuses on the relations between home and academia. YTU data was collected through online surveys (total 134 respondents) and in-depth interviews with 8 female and 8 male academicians. Statistical data of the numbers of male and female students, academicians in faculties and departments and academic managerial positions for the years 2010 and 2012 was also collected during the field study for comparative reasons. Based on YTÜ case, this study aims to delve into ‘the domestic’ of the academia in Turkey by focusing on the different patterns of the gender regime in the universities.

Key Words: Science, Engineering, Gender, Women academics, work-life balance.
Research and development (R&D) involves innovative studies conducted systematically to increase knowledge and practices (Keleş, 2007: 45). While Turkey's R&D intensity score is below the European average, it has increased continuously... more
Research and development (R&D) involves innovative studies conducted systematically to increase knowledge and practices (Keleş, 2007: 45). While Turkey's R&D intensity score is below the European average, it has increased continuously since the 2000s. Meanwhile, development of human capital in R&D has become one of the aims of Turkey's National Strategy of Science, Technology and Innovation. This paper will focus on the gendered dynamics of careers in R&D, a field with a wide gender gap, through interviews conducted with employees in a university technopark and some of Turkey's large R&D centers to explore the relationships between science, technology, innovation and gender. Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge), bilgi birikimini ve uygulamalarını artırmak amacıyla sistematik olarak yürütülen yenilikçi çalışmaları ifade eder (Keleş, 2007: 45). Ar-Ge yoğunluğu Türkiye'de AB ortalamasının epey gerisinde seyretmekle birlikte, 2000'li yıllardan itibaren sürekli bir artış trendi göstermiştir. Ar-ge insan kaynağının geliştirilmesi de Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisinin temel hedeflerinden biridir. Bu makale, bir üniversite teknoparkının ve Türkiye'nin büyük AR-GE merkezlerinin çalışanlarıyla yapılan görüşmeler aracılığıyla geniş toplumsal cinsiyet uçurumlarının olduğu kabul edilen AR-GE alanındaki kariyer deneyimlerini toplumsal cinsiyet açısından inceleyerek bilim, teknoloji, inovasyon ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkilere bakmayı hedefliyor.
Research Interests:
Constitutionalization of Gender Equality Constitutions provide for protection of individual rights, essential legal mechanisms and limitation of state authority. The constitutionalization of gender equality is a consequences of... more
Constitutionalization of Gender Equality

Constitutions provide for protection of individual rights, essential legal mechanisms and limitation of state authority. The constitutionalization of gender equality is a consequences of substantive equality approach rather than traditional formal equality. The following article deals with the main frameworks of gender equality politics and basic strategies of these political frameworks. After having discussed maternal strategies, affirmative action, gender mainstreaming politics, the second part of the study examines the constitutional framework of gender equality in Turkey with a special reference to constitutional amendments in 2000’s. Principle of equality and prohibition of discrimination framework in the Constitution is evaluated with regard to common types of discrimination; different forms of discrimination; the difference between protectionist/paternal measurements and special and temporary measures; efficiency of affirmative actions.

Key Words: Gender Equality, Consititutions, Maternal Policies, Gender Mainstreaming, Affirmative Actions, Gender Diffrences

Özet
Anayasalar devlet iktidarının sınırlandırılması ve temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin mekanizmaları içeren temel yasal çerçevelerdir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin anayasallaşması, bu alanda devletin aktif bir rol yüklenmesi ihtiyacı ve biçimsel eşitlik anlayışının sınırlılıkların aşılması sürecinin bir sonucudur. Bu makalede öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin eşitlik ve farklılık temelli yaklaşımlar ve bu yaklaşımlar çerçevesinde oluşturulan yasal eşitlik, maternal (anacı) farklılık düzenlemeleri, olumlu ayrımcılık, toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması gibi stratejiler tartışılacaktır. Ardından Türkiye’deki 2000’li yıllarda gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri sonrasında, toplumsal cinsiyet eşitliğinin anayasal çerçevesi analiz edilecektir. Anayasamızdaki eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı çerçevesi, yaygın ve yerleşik ayrımcılık alanları; farklı ayrımcılık türleri; korumacılık ile geçici özel önlemler arasındaki farklılık ve olumlu ayrımcılık düzenlemelerinin etkinliği bakımından değerlendirilecektir.
Anneliğin siyasal gündemin temel başlıklarından biri haline geldiği bir dönemdeyiz. Annelik en önemli kariyer ilan ediliyor, kadınlara doğuracakları çocuk sayısına ilişkin devletin en tepesinden talimatlar veriliyor, kadın hakları... more
Anneliğin siyasal gündemin temel başlıklarından biri haline geldiği bir dönemdeyiz. Annelik en önemli kariyer ilan ediliyor, kadınlara doğuracakları çocuk sayısına ilişkin devletin en tepesinden talimatlar veriliyor, kadın hakları marjinalleştiriliyor ve feministler annelikle ve bu toplumla ilgileri olmayan “ötekiler” olarak ilan ediliyor. Aslında Türkiye’de özellikle son on yılda tırmanışa geçen bu otoriter ve muhafazakar “anacı” dalga ile anti-feminizmin farklı örneklerini dünyada da görmek mümkün. ..Annelik ile ilgili bu patlamanın refah sistemlerinin eridiği, sosyal olanakların daraldığı, yurttaşlık mücadeleleri ve hak temelli taleplerin demode ilan edilerek tüketim eksenli yeni kimlik bileşenleri ve imgelerin dolaşımda olduğu bir hiper-gerçeklik çağında karşımıza çıkması rastlantı değil. Diğer yandan da anneliğin profesyonelleşmesi olarak tanımlanan ve çocuk bakımı ve eğitimine ilişkin bilgilerin ayrı bir uzmanlık ve derinleşme alanı olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Çocuk beslenmesine yönelik uzmanlık alanı, çocuk aktiviteleri endüstrisi, eğitim ve pedagoji alanında yeni akım ve eğilimler… Tüm bu aileci, maternal enformasyon ve söylem patlamasının anlamı nedir? Feminizmin geri çekilmesinden dem vurulduğu, kadınların kazanımlarında gerek küresel gerekse ülkeler düzeyinde kimi sarsıntılar yaşandığı bir dönemde farklı çevrelerde ve farklı siyasal çerçevelerde yükselişe geçen bu maternal atmosferi nasıl tanımlayabiliriz? Annelik alanındaki söylemsel zeminin ötesinde feminist teori ve siyaset bu çekişmeli annelik alanına nasıl yaklaşmaktadır? Dinsel fanatizmler, muhafazakar bloklar, kültür savaşları ve neoliberal dönüşümlerin ateşi altında annelik alanına ilişkin özgürleştirici ve eşitlikçi bir siyasal çerçeveye çok ihtiyacımız olduğu bir dönemde “annelik alanı”na daha yakından bakalım.
Research Interests:
ORGANIZATIONAL EXPERIENCES OF TURKISH IMMIGRANT WOMEN IN THE NETHERLANDS AND FEMINIST POLITICS ABSTRACT There is a tendency that women’s migration has still been acknowledged as “dependant” or “secondary” migratory movement in guest... more
ORGANIZATIONAL EXPERIENCES OF TURKISH IMMIGRANT WOMEN IN THE NETHERLANDS AND FEMINIST POLITICS

ABSTRACT
There is a tendency that women’s migration has still been acknowledged as “dependant” or “secondary” migratory movement in guest worker  regimes’ traditional family reunion schemas. Despite acknowledging the feminization of immigration, literature on immigrant women in guest worker regimes has mainly been focused on integration issues. However it is necessary to recognize Turkish immigrant women as the political/social actors of the country of residence within multiple attachments and to give immigrant and ethnic minority women greater visibility within receiving country context within transnational migration perspectives. This article examines evolution of Turkish imigrant women’s  organisational experiences and their ties with Turkish and Dutch feminist movements since the 1970’s. In this context, colonial baggage of Dutch feminism and their relationships with “the other” women in contemporary Dutch multicultural context has been addressed. This study is based on in-depth interviews with activist Turkish women in both immigrant women organizations and Dutch feminist movement during since 1970s and archival data collected by International Archive of the Women's Movement (IIAV) and International Instute of Social History (IISH) in Amsterdam. This article argues how women’s movement articulates gender regimes and political opportunity structures and how gender ethnicity and class intersects in local-national and transnational contexts.
Key Words: Dutch women’s movement; Turkish immigrant women; multiculturalism; feminist politics
Özet
Misafir işçilik rejimlerinin geleneksel aile birleşimi yaklaşımı içerisinde, göçmen kadınların konumunun bağımlı ve ikincil bir göç hareketi olarak ele alınması yaygın bir eğilimdir. Göçün kadınlaşması olgusunun kabul edilmesine rağmen, göçmen kadınlara ilişkin literatür ağırlıklı olarak entegrasyon ve işgücü gibi meselelere odaklanmıştır. Göçmen ve etnik azınlık kadınların politik aktörler olarak ele alınarak, siyasal görünürlüklerinin araştırılması ulusaşırı göç perspektifi açısından önem taşımaktadır. Bu makale, “misafir işçilik” döneminden günümüze, Hollandalı Türkiye kökenli kadınların örgütlenme deneyimleri, Türkiye ve Hollanda feminist hareketi ile ilişkilerini konu edinmektedir. Bu çerçevede Hollanda feminist hareketinin kolonyal geçmiş ile günümüz çokkültürlü bağlamında “öteki” kadınlara ilişkisi ve bu ilişkinin günümüzdeki yansımaları ele alınacaktır. Makale, Hollanda feminist hareketinin altın dönemi olan 70’li ve 80’li yıllarda hem göçmen kadın örgütlenmesi hem de Hollandalı kadın örgütlenmeleri içerisinde faaliyet gösteren kadınlarla yapılan derinlemesine görüşmeler ile arşiv çalışmasına dayanmaktadır. Kadın hareketlerinin yerel-ulusal ve ulusaşırı bağlamlarda, toplumsal cinsiyet rejimleri ve siyasal fırsat yapıları ile ilişkilenme sürecinin analizi, toplumsal cinsiyeti ırk/etnisite ve sınıf ile ilişkiselliği içerisinde değerlendirmek bakımından önem taşımaktadır.
Anahtar kelimeler: Hollanda kadın hareketi; göçmen kadınlar; çokkültürlülük; feminist siyaset
Research Interests:
This article will discuss breakings and reconciliations in gender regimes in two axes through neoliberal and conservative consolidation process of the post-1980 period in Turkey. In the civil society axis, I will focus on the... more
This article will discuss breakings and reconciliations in gender regimes in two axes through neoliberal and conservative consolidation process of the post-1980 period in Turkey. In the civil society axis, I will focus on the reconciliations on public visibility of women and the relationships between ruling elites and the women’s movement. In the social policy axis, employment and caring relations will be examined. It is important to discuss gender regimes by not only examining the hegemony constructed through civic communitarian, neo-Ottomanist and neoliberal articulation, but also monitoring the process of historical rupture and continuities in citizenship formations in terms of gender. This hegemonic articulation is based on the populist revision of gender-neutral elite women representations and house-wife contract of traditional patriarchy in the mode of expanded market relations.
Neoliberalism and the Neo-Ottomanist Turn in  : Family, community and gender in Turkey
DOROTHY SMITH’S SOCIAL SCIENCE APPROACH AND INSTITUTIONAL ETHNOGRAPHY Abstract This article examines the methodological and theoretical basis of the institutional ethnography approach introduced by Canadian sociologist Dorothy E. Smith.... more
DOROTHY SMITH’S SOCIAL SCIENCE APPROACH AND INSTITUTIONAL ETHNOGRAPHY
Abstract
This article examines the methodological and theoretical basis of the institutional ethnography approach introduced by Canadian sociologist Dorothy E. Smith. Institutional ethnography refers to the empirical investigation of linkages within the local context of “everyday world” organizations and the trans-local process of governance. For institutional ethnography, the everyday world is the material context of each embodied subject. The “works” done by each embodied subject in everyday life is just a starting point for institutional ethnography. The notion of “institution” indicates the clusters of “text mediated” relations organized around specific functions such as education or welfare. Smith proposes institutional ethnography as a part of an empirically strong alternative methodology and as a politically empowering research strategy.  This approach combines Marx’s materialist method with ethnomethodology, feminist standpoint theory and Foucauldian discourse theory. This article shows how institutional ethnography links micro and macro settings by giving empirical examples and compares it with some other qualitative research approaches such as the extended case method by Burawoy or feminist standpoint theory.
Keywords: Institutional Ethnography, Methodology, Feminist Methodology

Özet
Bu makalede Dorothy Smith tarafından geliştirilen kurumsal etnografya yaklaşımının yöntemsel öneri ve teorik dayanakları incelenmektedir. Kurumsal etnografya gündelik yaşamın ve örgütlenmelerim yerel bağlamı ile yerel ötesindeki yönetme ilişkileri ve yönetişim süreçlerini birbirine bağlamayı hedefleyen ampirik bir araştırma yöntemi önermektedir. Kurumsal etnografyacı için gündelik hayat, öznelerin konumlandığı maddi bağlamdır. Gündelik yaşam içinde konumlanmış öznelerce yapılan «işler» kurumsal etnografya için yalnızca başlangıç noktasıdır. Kurum düşüncesi eğitim, sağlık, refah gibi spesifik bir işlev çerçevesinde örgütlenmiş bir dizi metin-dolayımlı ilişkiler ağına işaret eder. Kurumsal etnografya nitel sosyal bilimin kimi standart pratiklerinden farklılaşmakta, ampirik ancak güçlendirici bir sosyal bilim önerisi sunmaktadır. Bu çalışmada öncelikle, yaklaşımın feminist yöntem, Marksizm ve söylem teorileri  ile etkileşimi incelenmektedir. Kurumsal etnografyanın, mikro ve makro düzeyleri bağlama çabası ile yöntemsel stratejisi araştırma pratikleri üzerinden örneklenerek açıklanmaktadır. Ayrıca genişletilmiş örnek olay, feminist bakış açısı yaklaşımı gibi nitel araştırma yaklaşımları ile ilişkisi tartışılarak, kurumsal etnografyanın ampirik açıdan güçlü aynı zamanda insanlar için güçlendirici bir sosyal bilim önerisi olarak farklılığı ortaya konmaktadır.
Research Interests:
Özet Çeşitlik ve farklılıkları içeren kentsel alanlar, farklı toplulukların sosyal uyumunu hedefleyen yeni yönetişim teknolojileri ile göçmenlerin somut gündemlerinin kesiştiği alanlardır. Yurttaşlık, bu alanlarda “problem kategorisi”... more
Özet
Çeşitlik ve farklılıkları içeren kentsel alanlar, farklı toplulukların sosyal uyumunu hedefleyen yeni yönetişim teknolojileri ile göçmenlerin somut gündemlerinin kesiştiği alanlardır. Yurttaşlık, bu alanlarda “problem kategorisi” olarak inşa edilen gruplara yönelik programlar aracılığıyla ve gündelik yaşamdaki yüz yüze ilişkiler yoluyla inşa edilmektedir. Hollanda bağlamında göçmen kadınlar ile devlet (ve de piyasa)arasında kurulan bu ilişkinin öne çıkan boyutlarından biri anneliktir. Anneler ile refah kurumları arasında kurulan bu ilişki hamilelik döneminde başlar ve okul sürecindeki ebeveyn programları ile devam eder. Annelik söylemi entegrasyon politikalarının da temel bileşenlerinden biridir. Göçmen kadınların “öteki” olarak keskin temsilleri, kadın bedeni ve cinselliği aracılığıyla toplumlar arasındaki etnik/ırksal farklılıkları yeniden üretmektedir. Bu çalışmada belli bir grup kadının annelik deneyimleri ve gündelik yaşamlarına odaklanarak, anneliğin belli bir bağlamdaki çelişkilerini, oluşturduğu sınırlar ve içerdiği direnme olanaklarını tartışmayı hedefliyorum. Bu yolla, bir kurum olarak, anneliğin, etnik ve sınıfsal ilişkilerle bağlantılı bir biçimde nasıl “farklı” anneliklerin düzenlenmesi ve denetlenmesini içerdiğini, göçmen kadınların bu düzenleme ve denetleme mekanizmaları ile nasıl müzakereye giriştiklerini ve yine bir pratik olarak anneliğin bu süreçteki rolünü tartışmak istiyorum. Bakış açısı kuramlarının yöntemsel yaklaşımına dayanan nitel alan araştırması ile Türkiye kökenli kadınların semt düzeyinde refah kurumları ile kurdukları ilişki ve gündelik deneyimlerine odaklanarak, bu deneyimleri daha geniş sosyo-ekonomik ve siyasi süreçler içerisinde anlamayı hedefliyorum.
Anahtar kelimeler: Bakış açısı kuramı, Feminist kuram ve kesişimsel düşünce,  Annelik, Refah sektörü, Türkiye kökenli göçmen kadınlar, Hollanda, Entegrasyon Politikaları








Abstract
Urban immigrant neighborhoods and their welfare mechanisms are places where citizenship is constituted in a complex articulation of host country’s policies on immigrant incorporation and immigrant’s strategies to negotiate their identity and maintain their concrete social processes of everyday life. The paradigm constructing immigrant women as a “problem category” and forming welfare policies in this framework is also constitutive in the relationship between state (and also market) and immigrant women. One of the prominent dimensions of this relationship is motherhood. The close relationship between mothers and welfare institutions begin from pregnancy period, proceeding with parental programs for schooling. Considering integration of ethnic/immigrant women, motherhood discourse is an important component of hegemonic agenda in Dutch “multicultural” context. Reinforcing public images, the representations on immigrant mothers reproduce ethnic/racial differences between communities through female body and constitute a discourse reverberated in policy level and institutional structures of Dutch society. This study aims to discuss the contradictions, restrictions and the resources of motherhood in terms of citizenship. Focusing on mothering experiences of Turkish immigrant women in their daily life settings in Amsterdam, I aim to examine how the motherhood discourse related with ethnic and class relations contains the regulation and governance of “different” mothers and how immigrant women negotiate with this discourse in welfare sector. Using methodological suggestions of women’s standpoint theories and based on a fieldwork placing Turkish immigrant mothers’ “experiences” in welfare sector in immigrant neighborhoods, I examine the larger socio-economic and political processes in which their experiences embedded.

Keywords: Standpoint Theory, Motherhood/Mothering, Intersectionality, Welfare sector, Turkish immigrant women, the Netherlands, Dutch integration policies.
Günümüzde “göçün kadınsılaşması” olgusunun kabulüne rağmen, ana akım göç araştırmalarında toplumsal cinsiyeti analitik bir kavram olarak kullanan ve göç alıcı ülke bağlamında göçmen kadınların deneyimlerine ışık tutan çalışmalar çok... more
Günümüzde “göçün kadınsılaşması” olgusunun kabulüne rağmen, ana akım göç araştırmalarında
toplumsal cinsiyeti analitik bir kavram olarak kullanan ve göç alıcı ülke bağlamında göçmen kadınların
deneyimlerine ışık tutan çalışmalar çok yaygın değildir. Özellikle misafir işçilik rejimlerinin geleneksel
“aile birleşimi” temelli göç şemalarında kadınların göçü halen “ikincil” ve “bağımlı” göç olarak
tanımlanmaya devam etmekte, göçmen kadınların iş piyasası, siyasal katılım ve yurttaşlık gibi konularda
katkıları ihmal edilmektedir. Bu makalede kadınların özellikle topluluk hizmetlerinin örgütlenmesi ve
yurttaşlık mücadelesi açısından oynadıkları rolleri 1974 yılında kurulan Hollanda Türkiyeli Kadınlar
Birliği (HTKB) ve birliğin faaliyetlerine aktif olarak katılan kadınların deneyimleri üzerinden incelemeyi
hedefliyorum. Çalışma, 2007-2008 yıllarında Hollanda’da gerçekleştirilen, eski HTKB’li kadınlarla
yapılan derinlemesine görüşmeler ve HTKB arşivinden elde edilen verileri de içeren daha geniş bir nitel
alan araştırmasına dayanmaktadır. Makalenin giriş bölümünde göç ve toplumsal cinsiyet ilişkisi üzerinde
duracağım. İkinci bölümde, Hollanda’da ilk kuşak Türkiye kökenli kadınların iş piyasası ve topluluk
hizmetlerindeki deneyimlerine, bunu takip eden bölümde ise özel olarak HTKB deneyimine
odaklanacağım. Bu deneyimlerden hareketle makale, son dönemlerde göçmen kökenli kadınları
neoliberal bir yurttaşlık çerçevesinden bir “problem kategorisi” olarak inşa eden entegrasyon ve
özgürleşim perspektifine yönelik eleştiriler ile son bulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Göç ve toplumsal cinsiyet; misafir işçilik rejimleri, Hollanda, Türkiye kökenli
göçmen kadınlar, göçmen kadın örgütlenmeleri

A forgotten migration and citizenship experience: First generation immigrant women and The
Netherlands Union of Women from Turkey

Despite acknowledging the feminization of immigration there are a few studies giving immigrant and
ethnic minority women greater visibility within receiving country context and using gender as an analytic
concept in migration researches. Particularly, there is a tendency that women’s migration has still been
acknowledged as “dependant” or “secondary” migratory movement in guest worker regimes’ traditional
“family reunion” schemas and issues such as immigrant women’s participation in labour markets,
politics and citizenship have been ignored. In this article, I aim to examine immigrant women’s role
especially in community services and citizenship struggles focusing on Hollanda Türkiyeli Kadınlar
Birliği (The Netherlands Union of Women from Turkey) founded in 1974 and participant women’s
experiences. This study is based on a larger fieldwork conducted in 2007-2008 in the Netherlands
including in-depth interviews with women who were previously active in HTKB and the data review from
HTKB archives. In the introduction chapter, I review gender and migration relationship in literature. In
the second chapter, I focus on first generations Turkish immigrant women’s experiences in labour market
and community organization in Dutch context and following chapter specifically their experiences in
HTKB. Finally, from the vantage point of immigrant women’s experiences, the article concludes with
critics on current political frameworks in the Netherlands based on a neoliberal citizenship perspective
that construct immigrant women as a “problem category”.
Key words: Migration and gender; guest worker regimes; the Netherlands; immigrant women from
Turkey; immigrant women organizations
Sunuşumda yurttaşlık ve demokrasi ile ilgili tartışmaların odağı olarak katılım nosyonu ile neoliberal yönetim zihniyeti çerçevesinde farklılaşan " yurttaşlıkları " tartışmak istiyorum. Konuşmamın ilk bölümünde küresel epistemik... more
Sunuşumda yurttaşlık ve demokrasi ile ilgili tartışmaların odağı olarak katılım nosyonu ile neoliberal yönetim zihniyeti çerçevesinde farklılaşan " yurttaşlıkları " tartışmak istiyorum. Konuşmamın ilk bölümünde küresel epistemik topluluklarca dolaşıma sokulan neoliberal yönetim zihniyetinin dayandığı neoliberal-komüniteryan (toplulukçu) ittifakı, katılım meselesi üzerinden incelemeye çalışacağım. Bu ittifak ile küresel neoliberal politik ekonominin geniş kaybedenleri saffında, küresel kapitalizmin mantığına eşlik eden bir başka nosyonun daha işlerlik kazandığını görüyoruz. Eski toplulukçu söylemin neoliberal dönemde karşımıza çıkan şekli, topluluk temelli bir yurttaşlık ahlakı diline sahip çıkmaktadır. Ancak neoliberalizmi, en tepede hegemonik söylemlerin yayıldığı alanlardan, gündelik yaşama dek bütüncül bir blok olarak ele almaktan kaçınarak farklı düzeyleri ayırt etmek önem taşımaktadır. Ölçekler arasındaki ilişkilere dair daha nüanslı bir okuma, yurttaşlığın sınırlarını genişletmek, farklı yurttaşlıklar tahayyül edebilmek ve varolana meydan okuma enerjisi için elzemdir. Konuşmamın diğer bölümünde katılım nosyonlarına ilişkin yerel/kentsel ölçekte Hollanda bağlamından ampirik örneklere de başvurarak, sivil toplum-devlet ilişkisindeki yeniden yapılanmanın yurttaşlıklar üzerindeki etkisini değerlendirmeye çalışacağım. Sunus, temel çerçevesi Hollanda örneğinden elde edilen verilere dayanmakla birlikte, bu çerçeveyi farklı bağlamlarda yeniden düşünme ve kuramsal çerçeveyi genişletme amacını taşıyor. Neoliberal Toplulukçuluk ya da Toplulukçu Neoliberalizm Topluluk vurgusu ile liberalizm ilk elde kulağa uyumlu gelen bir birliktelik değil aslında. Felsefi bir tavır olarak toplulukçuluk, özellikle Sandel, Taylor gibi ilk nesil komüniteryanlar cephesinden liberalizmin bireyciliğine karşıt bir felsefi yönelimi temsil eder. Toplulukçu kampa Etzioni, Barber gibi sosyal ve siyaset bilimcilerin katılımı ile 1980'lerin agresif neoliberal yeniden yapılanma sürecine karşı, sosyal ağların, akrabalık ilişkileri, mahalle grupları veya yerel diğer ağlar aracılığıyla üretilen temel değer ve kimliklerin yitimi ile anomi, sosyal uyum, sosyal parçalanma veya dışlanma gibi sorunlara işaret eden bir politik tavra dönüşmüştür. Toplulukçu bakış açısından hem piyasa merkezli bireycilik hem de geçmişteki merkezi, bürokratik ve müdahaleci aygıtı ile refah devleti, toplumsal orta alanda örgütlenen bu değer ve kimliklerde tahribata yol açar. Neoliberal sosyo-ekonomik yeniden yapılanma sürecinin topluluk merkezli bakış açısıyla eleştirisi, 1980 ve 1990'larda etkili think-thank'ler, yayın organları ve siyasal danışmanlar aracılığıyla epistemik bir topluluk olarak örgütlenmenin yanı sıra Avrupa'da Sosyal Demokrat partiler ABD'de de Demokratlarca agresif neoliberalizme karşısında adapte edilen geniş bir söylem alanına
Türkiye'de kadınlar farklı sosyal alanlarda varlıklarını kanıtladıkları halde, özellikle üst düzey yönetimlerde ve siyasette, eşit temsilden hala çok uzak konumdadır. Bu eşitsizliği gidermek, tüm yurttaşların kararlara katılımını... more
Türkiye'de kadınlar farklı sosyal alanlarda varlıklarını kanıtladıkları halde, özellikle üst düzey yönetimlerde ve siyasette, eşit temsilden hala çok uzak konumdadır. Bu eşitsizliği gidermek, tüm yurttaşların kararlara katılımını sağlamak, kadın deneyimi ve çözüm üretme yeteneğini sosyal ve siyasal alanlara kazandırmak amacıyla Mart 1997'de kurulan KA.DER, seçimle ve atamayla gelinen tüm karar organlarındaki kadın temsil oranlarını yükseltmek için çalışır. KA.DER , siyaset alanının toplumsal yaşam üzerindeki tayin edici özelliğini göz önünde bulundurarak, öncelikle siyasette eşit temsilin sağlanmasını ana hedef olarak belirlemiştir. Siyaset alanında sağlanacak eşit temsil, kadın erkek eşitliğinin her alanda gerçekleşmesini kolaylaştıracaktır. Yerel yönetimlerde kadınların varlığı tam da bu noktada kritik bir öneme sahiptir.
Birleşmiş Milletler' in 2015 yılında ortaya koyduğu sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden 5. kalkınma amacı "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği; Kadınların ve Kız Çocuklarının Güçlenmesi" ile ilgilidir. Bu hedefin gerçekleştirilmesi tüm kamu sektörünün ana hedefi olmalıdır. Kadınların politika ve karar alma süreçlerinde eşit temsil edilmesi demokratik bir hak ve sürdürülebilir kalkınmanın bir unsurudur.
2017 yılında KA.DER tarafından hayata geçirilen "Yerel Yönetimlerdeki Genç Politikacılara Yönelik Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" projesinin gerekçesi; kadınların 30 Mart 2014 Mahalli İdareler Genel Seçimi sonuçlarına dayandırılmıştır. Yerel seçim sonuçlarına göre kadınların temsil oranlarını incelediğimizde; 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, seçilen belediye başkanlarının %2,9'u, belediye meclislerini oluşturan üye sayısının %10,7'si ve il genel meclisi üyelerinin %4,8'i kadındır.
2019 yılında yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimlerine hazırlık amacıyla yerel yönetimlerde kadın temsilinin arttırılması, yerel kadın politikalarının görünür hale gelmesi, cinsiyet eşitliğinin yerel yönetimlerde ana akım olarak yer almasına yönelik hazırlanan bu proje ile İstanbul'da 2 defa olmak üzere, Kars, Sinop, Ankara, İzmir, Balıkesir, Adana, Mersin ve Gaziantep illerinde eğitimler verilmiştir. Bu eğitimlere farklı siyasi partilerden 18-35 yaş arası, yerel yönetimlerde görev yapan, önümüzdeki dönemde yerel seçimlerde aday olacak ve siyasete ilgi duyan 260 genç kadın katılmıştır. Elimizdeki bu kitapçık bu proje kapsamında verilen eğitimlerin bir kısmını kapsamaktadır.
KA.DER olarak, köy ve mahallelerden başlayarak kadınların tüm karar alma  mekanizmalarında temsil edilmelerinin gerçek demokrasinin oluşturulması için en önemli basamaklarından biri olduğunu tekrarlıyor ve bu konuda çalışmaya devam ediyoruz.
Tercihimizi kadın adaylardan yana kullanalım. Oyumuzu kadın adaylara verelim.

Nuray Karoğlu
KA.DER Genel Başkanı
Bu çalıştayın yapılış amacı aileye dair dar ve kısıtlayıcı söylemi kırmak, daha kapsayıcı tartışmaları gerçekleştirmek ve 'başka' aile tahayyüllerinin olanağı üzerine konuşmaktı. Yüksek katılımla ve oldukça zengin bir programla... more
Bu çalıştayın yapılış amacı aileye dair dar ve kısıtlayıcı söylemi kırmak, daha kapsayıcı tartışmaları gerçekleştirmek ve 'başka' aile tahayyüllerinin olanağı üzerine konuşmaktı. Yüksek katılımla ve oldukça zengin bir programla gerçekleştirilen çalıştayın sonunda, tüm paylaşımların bir de yazılı olarak kalıcı hale getirilmesinde karar kıldık. Böylece yaygın söylemdeki tektipleştirici aile anlayışı bazı tartışmaların gerçekleştirilmesi önünde önemli bir engel teşkil etse de aile üzerine insan hakları savunuculuğu ile dayanışma temelinde ve bilimsel alanda gerçekleşen çok değerli tartışmaları kayıt altına almak istedik. Bu kitabın, ideal aile tanımının darlığının, heteronormatif ve ataerkil değerler üstüne kurulmuş yapısının sorgulamaya açıldığı ve aileye dair alternatif tanımlar, yapılar, deneyimler ve ilişkiler üzerine düşünüldüğü bir alanın da mümkünlüğüne işaret ettiğini düşünüyoruz. Bu tür çalışmaların gelecek günlerde çoğalmasını, yaygınlaşmasını ve bizleri bir araya getirmesini umarak elinizdeki bu kitabın buna vesile olmasını dileriz.
Pandemi sürecinde tanımadığımız insanların yaşamlarında neler oldu, neler oluyor? Pandeminin başından beri evlere kapanmamızın da etkisiyle kendimize, kendi hayatımıza, gündelik yaşantımıza fazlasıyla odaklandık ister istemez… Peki, bu... more
Pandemi sürecinde tanımadığımız insanların yaşamlarında neler oldu, neler oluyor?
Pandeminin başından beri evlere kapanmamızın da etkisiyle kendimize, kendi hayatımıza, gündelik yaşantımıza fazlasıyla odaklandık ister istemez… Peki, bu odaklanma bir noktadan sonra kendi çemberimiz dışında yaşananlara duyarsızlaşma noktasına kadar geldi diyebilir miyiz? Yaklaşık bir yıldır olağan şekilde akmayan hayatlarımızla her birimiz kendi içimizde bir sınavdan geçiyoruz adeta. Ya görmediğimiz, duymadığımız, tanımadığımız insanların yaşamlarında neler oldu, neler oluyor?
Her ikisi de sosyal bilimler alanında çalışmalar yapan Özgün Biçer ve Ece Öztan işte bu bilmediğimiz hayatlara, kendi güvenli alanımız dışında kalanlara odaklanarak toplumun farklı kesimlerinden kişilerin bu zorlu süreci nasıl geçirdiklerini birbirinden özel röportajlarla bizlere aktarıyor.
İşte Hayat! bizlere ev kadınlarından belki de ilk kez tam zamanlı sorumluluk almak zorunda kalan babalara, ev işçilerinden eğitim alabilmek için türlü zorluklarla mücadele eden öğrencilere, LGBTİ+ bireylerden yaşamları neredeyse bir ev hapsine dönüşen yaşlılara kadar pek çok farklı kesimin bu süreci atlatma çabalarından örnekler sunuyor. 
Ece Öztan ve Özgün Biçer’in birlikte hazırladığı İşte Hayat! Karakarga Yayınları’ndan çıktı.

Arka Kapak Yazısı:
- Zor Zamanlarda Kesişen Yaşamlar -
Korona virüs salgını bir travma yarattı mı?
Zaten onlarca sorunla mücadele etmekte olan ev kadınları, ev işçileri, çalışan kadınlar, anneler, evden çalışan babalar, çalışan ve/veya okuyan gençler, yaşlılar, öğrenciler, LGBTİ+ bireyler; pandeminin yarattığı yıkımla nasıl başa çıkıyor?
Kırılgan dengeler ve büyük özverilerle zordan yürütülmeye çalışılan hayatlar, bu süreçte en çok neresinden yaralanıyor?
Özgün Biçer ve Ece Öztan, nokta vuruşu röportajlarla pandeminin derinden sarstığı hayatlarla buluşuyor, sarsılan dengelere mercek tutuyor ve soruyor:
HAYAT EVE SIĞDI MI?
Eğitim, kadınları hane-özel alan içerisinde tanımlayan toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ötesinde, kadınlara kamusalı, "dışarıyı" açarken; onları "kabul edilebilir özneler" olarak konumlandırma sürecini de içeriyor. Bu nedenle Türkiye'de... more
Eğitim, kadınları hane-özel alan içerisinde tanımlayan toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ötesinde, kadınlara kamusalı, "dışarıyı" açarken; onları "kabul edilebilir özneler" olarak konumlandırma sürecini de içeriyor. Bu nedenle Türkiye'de de feminizmin eğitim meselesine ve eğitim politikalarına bakışı ikircikli olmuş; farklı feminizmler, kimlik eksenleri üzerinden eğitim ile ilgili farklı pozisyonlar geliştirmiştir. Örgün eğitim ve yaygın eğitim; eğitimde eşitliğe ilişkin nicel ve nitel yönler; eğitim içerikleri ve eğitim ortamına ilişkin cinsiyetçilik biçimleri; eğitim kurumlarındaki yatay ve dikey ayrışmalar ile eğitim alanları arasındaki cinsiyete dayalı ayrışmaların her biri farklı feminist politikaların mücadele zeminleri haline gelmiştir. En temel ayrışma ise eğitimde eşitlik ile eğitim-özgürleşme-güçlenme hatlarıdır. Bu yazıda, eğitim feminist politika ilişkisini odak noktası alırken, kadın hareketini Türkiye’deki çeşitliliği içerisinde ve farklı dönemleri ile ele almaya çalışacağım.
Panel Sunuları ve Atölye Çıktıları Mayıs 2019 / Fındıklı
2000’li yıllarda Türkiye’de sosyal bilimler alanının, emek/sınıf çalışmaları olarak isimlendirilebilecek bir mecranın oluşumuna tanıklık ettiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Bu mecranın; ilk ve orta kuşak araştırmacıların eserlerinin... more
2000’li yıllarda Türkiye’de sosyal bilimler alanının, emek/sınıf çalışmaları olarak isimlendirilebilecek bir mecranın oluşumuna tanıklık ettiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Bu mecranın; ilk ve orta kuşak araştırmacıların eserlerinin yanında genç kuşak araştırmacılar tarafından da oluşturulduğunu belirleyebiliriz. Okumakta olduğunuz derleme kitap da orta ve genç kuşak emek ve sınıf araştırmacılarınca hazırlanmış çalışmalardan oluşuyor. Bu giriş yazısında öncelikle, hazırlanmış olan bu çalışmaların, emek ve sınıf çalışmalarına ilişkin nasıl bir bilgi üretimi ortamında kaleme alındığına ilişkin kimi notlar düşmeyi amaçlıyoruz. Maddeler halinde ilerleyecek bu notları bir tür haritalandırma denemesi olarak da yorumlamak mümkün.   

Özellikle kapitalizmin 2008 krizi ve dünya çapındaki toplumsal hareketlerin de etkisiyle sınıf temalı çalışma ve tartışmalar akademide yeniden görünür olmaya başlamıştır. Bu gelişim süreci, postmodern yaklaşımların ivme kaybetmesiyle de ilişkilendirilebilir. Bu önermeyi, bir parça daraltarak belirginleştirmek gerekirse, özellikle son 10 yıllık zaman dilimi içerisinde, Türkiye’de emeğe ve sınıfa odaklanan eser sayısının, farklı akademik disiplinler ve bilim dallarından beslenerek arttığını söyleyebiliriz. Yine de bu olgunun sosyal bilimlerin sosyal politika, sosyoloji, iletişim gibi başat disiplinlerinde ana akımlaşmış bir eğilim halinde olmadığını da belirtmek gerekiyor.

Belirtilmesi gereken bir başka husus, emek ve sınıf çalışmalarındaki bu artışın, beklenilenin aksine, çoğu zaman postmodern yaklaşımlarla çatışmayan bir oluşum sergilemesidir: Böylesi çalışmaların bir kısmında sınıf ancak bir “tema” olarak zikredilmekte, postmodern kod ve bilgi üretme pratikleri bu çalışmaların ufuk çizgisini belirlemektedir. Kimlik, temsil ve farklılık odaklı meseleler, sınıfsal görünümler ve kapitalizm pratiklerine değinilerek tartışılmaktadır. Bu durum olumlu bir eğilim olarak tespit edilebilmekle birlikte sınıf tartışmalarında yeni sorun alanlarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmalarda kimlik, söylem, temsil gibi nosyonlar analizin merkezine alınmakta, sınıf nosyonu ise bunlara eklemlenen bir görüngü olarak konumlandırılmaktadır. Kimi durumlarda ise sınıf yerine, oldukça farklı analiz çerçeveleri içinden yeni kavramlar türetme yoluna gidilmektedir. Dolayısıyla söz konusu çalışmaların artışı, içerik olarak sınıf ve emek temalı çalışmaları çoğaltsa da, toplumsal sınıfları bir çözümleme birimi olarak incelemenin merkezine almayan bir niteliği de barındırdığı söylenebilir.Bu durum, bugün yalnız “sınıf” kavramının değil sınıfı kavrama ve toplumsal gerçekliği sınıflarla açıklama yönteminin de, bilgi üretme pratiği açısından tartışılması gereken kritik bir unsur olduğunu göstermektedir.

Bu tartışmalar yine de Türkiye’de sosyal bilimler alanında emek ve sınıf çalışmaları biçiminde dikkat çekici bir damarın varlığından ve güçlendiğinden söz etmeyi engellememektedir. Bu genel görünüm içerisinde gerek akademik gerekse toplumsal tartışmalara ilişkin olanakları açısından söz konusu birikimin temel niteliklerine işaret etmenin önemli olduğu düşüncesindeyiz.

Öncelikle, Türkiye’de sosyal bilimler alanında emek ve sınıf çalışmalarının gözden düştüğü ve azaldığı yönündeki kanaat, özellikle 2000’li yılların ortalarına kadar geçerliliğini korusa da bu yıllardan itibaren alanda dikkat çeken bir dönüşüm yaşandığı söylenebilir.

İkinci olarak, emek ve sınıf çalışmalarının, ele alınan konunun temsil olduğu biçimi ile incelenmesi şeklindeki güçlü ana akım eğilim karşısında, toplumsal formasyonun temel ilişkileri etrafında bir çözümleme çerçevesini kullandıkları ve ele aldıkları konulara dönük eleştirel bir niteliğe sahip oldukları gözlemlenmektedir. Bu eleştirel nitelik, emek ve sınıf çalışmalarına, sadece emek ve sınıfı inceleyen değil, aynı zamanda emek ve sınıf için çalışmalar karakteri katmaktadır.

Üçüncü olarak, emek ve sınıf çalışmalarının bir önceki maddede söylenen niteliği ile birleşecek şekilde, ele aldığı konuyu toplumsal ilişkiler ekseninde parça-bütün ilişkisi içerisinde tartışmayı benimsediği ve bu yolla da incelediği konuyla ilgili derinlemesine bilgi üretimine katkıda bulunduğu gözlemlenmektedir.

Dördüncü olarak, emek ve sınıf çalışmalarında alan araştırmaları, bilgi üretiminde güçlenen bir kol olarak karşımıza çıkmaktadır. Belirli bir işgücü kümesi, meslek, işkolu, sektör, havza, kent vb. şeklinde belirlenip çeşitlendirilebilecek örnekler bazında gerçekleştirilen alan araştırmalarında, kapitalizmin dönüşüm dinamiklerinin ve neoliberalizmin etki ve çapının, derinlemesine bilgi üretimi ile ortaya koyulduğunu söyleyebiliriz.

Beşinci olarak, emek ve sınıf çalışmaları alanında tarih boyutlu eserlerin üretiminde bir gelişim olduğu da gözlemlenmektedir. Bu gelişim eğilimi içerisinde, kurum geçmişi, olay anlatısı ve sınıf oluşumuna dönük çalışmaların varlığı dikkat çekmektedir. Ayrıca, emek ve sınıf tarihi içerisinde, sendikal eylemi ve işçi hareketini inceleyen eserler de artış göstermektedir. Bu çalışmalar içerisinde özellikle, sendikacılık ve işçi hareketleri tarihi yazımı dışında, doğrudan belirli olay, kesit ya da kurumlara odaklanan eserlere de rastlamak mümkündür. Bu tür çalışmaların, siyasal ve sendikal kurumların arşivlerinin derlenmesi ve paylaşıma açılması ile birlikte artış gösterdiği de not edilmelidir. Bunun yanında emek ve sınıf tarihi çalışmaları içerisinde, sözlü tarih çalışmalarının da giderek yaygınlaştığını eklemek gerekiyor.

Altıncı olarak, emek ve sınıf çalışmaları alanında sendikalara, işçi hareketine ve sendikal eyleme odaklanan çalışmaların da –geçmişe kıyasla zayıf da olsa- varlığından söz edilebilir.

Yedinci olarak, emek ve sınıf çalışmaları içerisinde etnisite, toplumsal cinsiyet, kadın emeği ve cinsel yönelimlerle bağlantılı konuları eleştirel bir perspektifle ele alan araştırmaların da dikkat çekici bir biçimde geliştiği gözlemlenmekte.

Sekizinci olarak, Türkiye’de emek ve sınıf çalışmalarındaki gelişimin bir kolu da çalışma ilişkileri ile sanat arasında bağ kurmakta. Bu noktada, çalışma ilişkilerinin sanat eserlerinde temsili ve sanat üretimi sürecinde çalışma ilişkileri şeklinde iki yönlü bir mecra oluşumunun varlığından söz etmek mümkün.

Dokuzuncu ve son olarak, emek ve sınıf çalışmaları içerisinde, ele aldığı konuyu bir alan araştırmasına dayalı olarak incelese de incelemese de, alanda yaşanan dönüşümü, ana dönüştürücü program olarak neoliberalizmin içeriğinin yansımasından ibaret gören yaklaşım ve çalışmaların ağırlıkta olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, sayısı az da olsa dönüşen alanın dinamikleri ile dönüştürücü programın etkileşiminin bilgisini üreten çalışmaların da bulunduğu belirtilmelidir.

Emek ve sınıf çalışmalarına ilişkin bu kısa haritalandırma denemesinin ardından, “sınıfın suretleri”ni, Türkiye toplumuna ait bir sınıf kompozisyonu içerisine yerleştirmeye çalışalım. Gezici mevsimlik tarım işçileri dışarıda bırakılacak olursa, kitap kentsel işçi sınıfının farklı dilimlerinin kuramsal ve olgusal bilgisini içeriyor. Bu olgusal dünya içerisinde, Türkiye’de işçi sınıfının kadim ve yeni üyeleri var. Bu üyeleri bir toplumsal sınıf kompozisyonu içerisine katarak değerlendirmek gerekirse, Korkut Boratav (2004) ve Serdal Bahçe vd. (2011) tarafından türetilmiş şemaların, kitapta kuramsal ve olgusal dünyası incelenen emek gruplarını, toplumsal sınıf düzleminde yeniden tanımlayıp bu düzleme yerleştirebilmek bakımından uygun kavramsal araçlar sunduğunu söyleyebiliriz. Buna göre, ilgili toplumsal sınıflar ve emek gruplarını, Boratav’ın toplumsal sınıf ve alt gruplara ait şemasına göre, meslek ve emek sürecindeki pozisyonları bakımından, tarım işçisi (gezici mevsimlik tarım işçileri), yüksek nitelikli ücretli (cerrah, bankacı, avukat, mühendis, mimar, reklamcı, İKY müdürü), beyaz yakalı ücretli (büro çalışanı, öğretmen, mağaza müdürü, mağaza müdür yardımcısı, uzman satış danışmanı,satış danışmanı), niteliksiz hizmet işçisi (ev işçisi, güvenlik ve temizlik işçileri, çağrı merkezi çalışanı, kasiyer), mavi yakalı işçi (madenci) şeklinde sınıflandırabileceğimiz bir kompozisyon ortaya çıkmaktadır. Bahçe vd.’nin toplumsal sınıf türetimlerine baktığımızda ise sayılan emek gruplarının, kentli profesyoneller, kentli nitelikli emekçiler, kentli emekçiler ve tarım emekçileri şeklindeki sınıf oluşumlarına ait bir kompozisyona dahil edilebilecekleri görülmektedir…



SINIFIN SURETLERİ

Emek Süreçleri ve Karşı Hareketler



Giriş

Türkiye’de Emek ve Sınıf Çalışmaları Üzerine Kimi Gözlemler ve “Sınıfın Suretleri”ne Dair Notlar

Denizcan Kutlu ve Çağrı Kaderoğlu Bulut



Tarladan Teknokente Emek Süreçleri

Kentlileşen Türkiye’de Kırda Çalışan Olmak: Gezici Mevsimlik Tarım İşçisi Genç Kadınların “Çölü”

Kezban Çelik ve Yasemin Yüce Tar



Bir Ev İşçisinin Yol Hali: “Gündelikçi” Kadın Emeği Gözünden Kenti Anlamak

Hilal Kara



AVM Mağazalarındaki Satış İşi: Performans ve İş Tatmininin Toplumsal Cinsiyet Temelli Analizi

Ece Öztan, Nurcan Özkaplan ve Ester Ruben



Zanaattan Robotiğe: Tıp Teknolojisi ve Türkiye’de Kuşaklararası Cerrah Tipolojisi

Gülşah Başkavak



Teknokentte Sınıf İçi İletişim

Taylan Özgür Yıldırım ve Mehmet Türkcan



Ofisten İnternete Karşı Hareketler

“Anemik Uzlaşma”dan Potansiyel İsyana Beyaz Yakalı Hayatlar

Bahadır Nurol



Beyaz Yaka Örgütlenmeleri ve Beyaz Yaka Kavramını İşgörenler Meselesi Üzerinden Yeniden Düşünmek

Ayça Yılmaz Deniz



Bilişim ve İletişim Teknolojileri Sektörü Emekçilerinin Sınıf Mücadelesi Kapasitesi Üzerine Değerlendirmeler

Güven Savul



Bilgi Toplumu ve Sermaye: Neoliberal Üniversite Karşısında Bir Hegemonya Kırıcı Olarak Hackerlar

C. Akça Ataç



İnternetin Ortak Alanları ve Dijital Çitleme

Nazlı Bülay Doğan ve Şevket Uyanık
Research Interests: